Ara 10

Müptezel kapitalizm- HAYRİ KOZANOĞLU

Dünya gerçekten çok ilginç bir dönemden geçiyor. Bir düşünün, huzur ve istikrar içerisinde, halkının mutlu yaşadığı, yabancıların imrenerek izlediği tek bir ülke var mı? Peki örnek alınan; yaşamıyla, duruşuyla, söylemiyle ağırlığı bulunan, saygı uyandıran bir liderden söz edebilir misiniz? Yanlış anlaşılmasın, stratejik ağırlığı olan ülkeleri kastediyorum. Yoksa tabii ki Yeni Zelanda’nın, İzlanda’nın, en son Finlandiya’nın genç ve dinamik kadın başbakanları pırıltılı örnekler… Londra’da NATO zirvesi toplanıyor, 70 yıllık ittifakın misyonu üzerinde fikir birliği sağlayan iki ülke bile çıkmıyor. Devlet ve hükümet başkanları birisi arkasını dönse de onun dedikodusunu yapsak diye fırsat kolluyor. Boris Johnson, Trump’la aynı karede görünmemek için köşe kapmaca oynuyor; Trump Macron’dan kaçıyor; Macron Merkel’den fırça yememek için uzak duruyor…

Sadece NATO değil, IMF, Dünya Bankası, OECD, AB dünya düzeninin hiçbir kurumsal yapısının prestiji sağlam değil. Dolayısıyla kapitalizmin hegemonyasını oluşturan kumanda merkezleri başta NATO çok zayıflamış durumda. 2008 Küresel Finansal Krizi’yle ivme kazanan kapitalizmin itibarsızlaşma süreci devam ediyor. İnsanlar yarınlarının bugünlerinden daha iyi olacağına inanmıyor.Gelir ve servet dağılımı bozukluklarının giderilmesini, sosyal programlarin yaygınlaşmasını kimse beklemiyor. Amerikalı milyarder yatırımcı Ray Dalio Amerikan Rüyası’nın artık sona erdiğini öne sürüyor.

Fransa’da Sınıf Savaşları

İşte Fransa’da hayatı felce uğratan, bizlere heyecan veren genel grev böyle bir kavşakta gerçekleşti. Fransa’nın 1789 Devrimi’yle, 68 hareketiyle hep çığır açan bir ülke kimliği taşıması nedeniyle de bu refleks önemliydi. Emmanuel Macron dünyada neoliberal ekonomi zihniyetinin ve uluslararası liberal düzenin en sıkı savunucusu olduğu için de. Başta kamu çalışanları sade emekçilerin “emeklilik haklarını” kısıtlayan düzenlemeye karşı geniş kitlelerin sokağa dökülmesi belki de bütün dünyada sınıf savaşının yeniden ivme kazanmasının habercisi olabilir. Ortalama yaşam süresinin uzaması, emeklilik sisteminin farklı standartlar içermesi, bütçenin yetersizliği gibi gerekçeler Fransa’nın bu yıl savaş harcamalarını %5 artırdığı, Mali’de sömürgeci bir savaş sürdürdüğünü hatırlayınca geçersizleşiyor.


Geçtiğimiz yıl patlak veren Sarı Yelekliler hareketi tüm militanca mücadelesine karşın, metropollerin çeperlerine itilmiş küçük iş sahiplerinin ve taşralı emekçilerin ağırlıkta bulunduğu, bu nedenle ulusal çapta geniş kesimleri harekete geçirme potansiyeli sınırlı bir dinamikti. Halbuki bugün başta kamu çalışanları tüm emekçileri, öğrencileri, çalışma izni bulunmayan Kara Yeleklileri kapsama potansiyeli bulunan bir mobilizasyon söz konusu. Sarı Yelekliler de meclislere dayanan demokratik karar alma mekanizmalarıyla mücadelenin tam da ortasında yer alıyorlar.

Bir anlamda kimlik temelli mücadelelerden, populist kalkışmalardan sonra emek merkezli talepler etrafında tüm yurttaşları saflarına katan kitlesel bir kabarışla karşı karşıyayız. Aslında Fransa Emmanuel Macron’la; düşük vergilere, uluslararası sermayeye verilen tavizlere, emekçi kesimlerin örgütlenmesini ve maddi kazanımlarını geriletmeye dayalı kapitalist küreselleşme modelini ihya etmeye dayalı bir deneye girişti. Biraz çevreci, biraz kozmopolit bir cilayla, bu modelin merkez partilerdeki erimeye karşı başta Avrupa tüm metropol kapitalist ülkelere örnek oluşturması bekleniyordu.

Halbuki şu ana kadar ülke içinde bile zamanında Britanya`da Blair’in, Almanya’da Schröder`in sağladığı kısmi mutabakatın uzağında kaldı.

Buna karşın Donald Trump ve Boris Johnson; göçmen, azınlık, yabancı karşıtı bir söylemle gerici tepkileri örgütleyen, kendi ülkelerini “tekrar büyük” yaparak DTÖ-OECD-AB benzeri yapıların düzenlemelerini de hiçe sayan milliyetçi bir çizginin temsilcileri. Aslında iki yöntemin de kapitalizmin tıkanmışlığına çare bulma potansiyeli bulunmadığı gibi, demokrasi ve özgürlükleri genişletme anlamında da karşılığı bulunmuyor.

Başta Latin Amerika tüm dünyada ekonomik taleplerden yükselen protesto hareketlerinin yaygınlaştığı bir konjonktür yaşanıyor. Irak ve Lübnan’daki mobilizasyon halkı etnik, mezhepsel, bölgesel fay hatlarıyla bölen, dış güçlerin vekili haline getiren anlayışa da tepki niteliği taşıyor. Yurttaş kimliğine dayalı bir dinamiğe dayanıyor. Anayasal yurttaşlık modelinin beşiği Fransa’nın eşitlik-özgürlük-dayanışma temelli damarlarının canlanması, göçmenleri, azınlıkları, farklı kuşakları bir araya getiren yurttaş temelli bir toplumsal muhalefet dinamiği yaratabilmesi, neoliberalizmi geriletmesi tüm dünya için anlamlı bir örnek oluşturabilir.

Silkinme Zamanı Geldi

Aslında Türkiye’nin de emekten, özgürlükten, bağımsızlıktan, laiklikten, soldan yana böyle güçlü bir çıkışa ihtiyacı var. CHP’nin ve HDP’nin toplumsal muhalefet için yadsınamayacak kitlesellikleri bulunduğunu göz ardı edemeyiz. Ama bugün gereken her ikisinin de pragmatik, ulusal ve uluslararası düzen güçleriyle uzlaşmaya yatkın doğasını aşan devrimci bir dinamik. Ancak ve ancak hiçbir ayak bağı bulunmayan, reel politikanın girdabına kapılmamış; ufkuyla, hayal gücüyle, cüretiyle ve cesaretiyle dikkat çeken, sadece halka dayanan bir sosyalizm hamlesi bu özleme yanıt verebilir.

Mikro bir örnekten hareketle, Şehir üniversitesi üzerinden gerici saflarda patlak veren iç savaşın şifreleri bile önümüzdeki dönemin programatik yönelimine ışık tutabilir. AKP hükümeti IMF programı, uluslararası sigara tekellerinin isteği doğrultusunda Türk tütününü tasfiye ederken, milyonlarca üreticiyi çaresiz bırakırken hepsi oradaydı! Maltepe Sigara Fabrikasını kapatırken, kamu işletmeciliğini öldürürken de hepsi oradaydı! Kamuya ait paha biçilmez fabrika arazisini İslamcı bir vakıfa tahsis edip, orada Şehir üniversitesini hizmete açarken de hepsi oradaydı! O üniversitenin bileşimi de o zamanki ittifaklar siyasetlerinin iz düşümü gibiydi; Neo-Osmanlıcı muhafazakar bir eksen ve liberal, sol- liberal yan unsurlar. Şimdi bir dönem kapandı; tüm gücü tek elde toplamaya çalışan Saray zihniyetiyle, 12 Eylül 2010 referandumundaki gerici bloku ihya etmeye çalışan “yeni” anlayış boğazlaşıyor.

Bize düşen de çirkin bir kavganin seyircisi değil, toplumsal direnişin öznesi olmaya çalışmak. Akıntının yönünü tersine çevirip; tütün dahil küçük tarım üretimini desteklemenin, kamu işletmeciliğini canlandırmanın, kamu kaynaklarını toplumsal çıkar doğrultusunda seferber etmenin, yüksek öğretim dahil eğitimi eşit, parasız, kaliteli hale getirmenin, tarikat-cemaat temelli gerici örgütlenmeleri kamu kurumlarından tasfiye edip liyakat temelli bir personel politikası izlemenin mücadelesini vermek…

Kaynak: Birgün

Bu yazının kalıcı bağlantısı http://selulozis.org.tr/yazilar/muptezel-kapitalizm-hayri-kozanoglu/