Genel Başkanın Mesajı

Sendikalaşma hakkını elde etme, bu hakka anayasal ve yasal güvence getirme mücadelesi yüz yılı aşan bir geçmişe sahiptir. 1946 yılında sendika hakkının önündeki yasal engellerin kaldırılmasıyla birlikte ülkemizde de sendikalar, işçilerin yaşam standartlarının yükseltilmesinde ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinde kilit rol oynamışlardır. Selüloz-İş, kurulduğu 1952 yılından beri bu mücadelenin önemli bir bileşeni olmuştur.
Sendikamız kurulduğu iş kolunda kesintisiz bir şekilde işçileri örgütlemenin uğraşını vermiş, bu uğraşı verirken işyerlerinde demokratik hukuki mücadele araçlarını sonuna kadar kullanmış, hiçbir üyesini yalnız bırakmamıştır. İmzaladığı toplu iş sözleşmeleriyle işçilerin ücretlerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinde çok önemli kazanımlar elde etmiştir.
1980’li yıllardan sonra değişen ekonomik ve sosyal politikalar işçileri yoksullaşmaya itmiş, işçilerin ulusal gelirden aldığı pay düşmüştür. Buna karşılık işçilerin ödediği vergiler yükselmiştir.
İşverenler için teknoloji çağı, fırsatlar çağı gibi isimlerle adlandırılan bu süreç, toplumun çok büyük bir kısmı için yoksulluk, açlık, güvencesizlik, belirsizlik, kaygılar çağı anlamına gelmektedir.
Tüm dünyada gelir dağılımı bozulmuş, üst gelir ve alt gelir grupları arasındaki uçurum akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Dünyanın en zengin 85 kişinin mal varlığının en yoksul 3.5 milyar kişinin mal varlığına eşit olduğu bir sistem ortaya çıkmıştır. Bu sistemde, sadece 85 kişinin mal varlığı dünya nüfusunun yarısının mal varlığına eşit hale gelmiştir.
Teknolojik gelişmelere, artan üretime, artan verime ve artan kişi başına düşen milli gelire rağmen işçiler açlık sınırının altında ücretlerle çalışmaya mahkûm edilmişlerdir.
İşçilerin sendikaları aracılığı ile hak almalarının önünü almak, maliyetleri en aza indirmek, kamu kaynaklarını taşeron adı altında siyasi yandaşlara dağıtmak için var edilen taşeron sistemi ve diğer esnek çalışma biçimleri hızla yaygınlaştırılmıştır. Taşeron sistemi de dahil tüm esnek çalışma biçimlerinin ortak yanı ise kısaca, düşük ücret, uzun çalışma saatleri, kuralsız çalışmadır. Taşeron sistemi ücretli köleliğin yasal kılıfa bürünmüş halidir. Taşeron işçilerinin yaşadığı sorunların temel sebebinin taşeron sisteminin kendisi olduğu bilinmesine rağmen, bu sistemden vazgeçilmeyeceği tersine yasal düzenlemelerle genişletileceği bizzat yetkili ağızlardan duyulmuştur! Taşerona müjde haberleriyle kamuoyuna açıklanan yeni düzenleme ise taşeronda çalışan işçilerin yaşam ve çalışma standartlarını yükselmekten çok yeni bir baskı ve sömürü mekanizmasından başka bir şey getirmeyecektir.
İşçilerin son elli yıldır elde etikleri kazanımları yok etmeye dönük yasal değişiklikler bir biri ardına gündeme getirilmekte,  bu değişiklikler “ulusal istihdam politikası”, “güvenceli esneklik” gibi ambalajlarla sunulmaktadır.
İşçilerin elinde kalan son kazanımlardan birisi olan kıdem tazminatı hakkının fona devredilerek gasp edilmesine dönük bir yasa tasarısı hazırlanmış, ancak sendikaların sert tepkisi sonrası rafa kaldırılmıştır. Bu ısrarından vazgeçmeyen hükümet ve işverenler kıdem tazminatının fona devredilmesi tartışmalarını sürekli gündemde tutmakta ve bu yönde kazanılmış hakların geri alınabilmesi için adeta fırsat kollamaktadırlar.
Hükümetin hedefleri arasında yer alan ve Mayıs 2016’da yasal statüye kavuşan özel istihdam büroları aracılığı ile geçici iş ilişkisi kurulması yani kiralık işçilik, işçi sınıfına karşı yapılan saldırının bir başka örneğidir. İşsizliğe çare olarak sunulan bu sistemle, yüksek işsiz nüfusa sahip ülkemizde, işçilerin diğer işçilere göre daha ağır koşullarda istihdam edilmesinin önü açılmıştır. Kuralsız, denetimsiz, esnek, güvencesiz ve örgütsüz bir işgücü piyasası hedefleyen hükümet ve sermaye kesimi adımlarını bu yönde atmakta ve işçilerin öz örgütü olan sendikalara karşı hem yasal hem de fiili yollardan türlü engeller çıkarmaktadır. Sadece 2015 yılı boyunca sendikal faaliyetlerden dolayı işten atılan işçi sayısının 2258 olması bunun için verilebilecek örneklerden sadece birisidir.
Bu olumsuz çalışma koşullarının sonuçları da aynı derecede ağır olmaktadır. Her yıl binlerce işçi, tamamı önlenebilecek iş cinayetlerinde hayatını kaybetmektedir! 2015 yılında en az 1730 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiştir. Avrupa standartlarında olduğu iddia edilen ve her platformda övünç kaynağı olan İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu yalnızca yazılı bir hukuk metni özelliğini korumakta, iş kazaları ve iş cinayetlerini önlemede herhangi bir somut katkı yapamamaktadır.
İşçilerin kazanımlarına yönelik bu saldırılar işçilerin ortak mücadelesi ile durdurulmadığı sürece yakın gelecekte de bu saldırılar çok yönlü biçimde devam edecektir.
Yaşanan ve yaşanacak tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmanın en önemli yolu sendikalara üye olmak, sendikaları güçlendirmektir. İşçilerin insanca yaşaması sendikalarda örgütlenmelerini zorunlu hale getirmiştir. Örgütlü olmak belki de hiç olmadığı kadar önemli bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Tekrarlamakta yarar var. İşçiler açısından insanca yaşamanın tek yolu sendikaların çatısı altında bir araya gelmekten geçmektedir!
Sendikamız demokratik, bağımsız, mücadeleci, sınıf örgütü kimliği ile işkolunda en geniş örgütlülük oranına ulaşmak ve üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için mücadelesine devam edecektir!

Aydın Parlakkılıç

Bu yazının kalıcı bağlantısı http://selulozis.org.tr/genel-baskanin-mesaji/