Emek güçlerinin ve gençlerin cephesi bu çatışmayı kazanırsa, hem Fransa’da hem Avrupa’da başka bir hava esmeye başlayacak. Ama, eğer emek ve gençlerin cephesi kaybederse, bu yenilgi çok ağır olacak ve faturasını ilk olarak işçiler ödeyecek, bu yenilgi bütün Avrupa’ya yayılacak
Fransa’da yeni İş Yasası (“loi travail” veya, ismini tasarlayan Emek Bakanı’ndan alarak, “loi El Khomry”) yüzünden ülke çapında uzun zamandır görülmeyen büyük bir isyan dalgası patladı. Şu an ulaşılan noktada, olaylar sermayenin ve emeğin geleceğini derin bir şekilde belirleyecek bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.
Alman sermayesine karşı yenik düşen Fransız sermayesi
Yeni İş Yasası taslağının, Fransa ve Almanya arasındaki rekabet ve Fransa’nın AB ve uluslararası alanda Almanya’ya karşı gittikçe güç kaybetmesi sürecinin bir parçası olarak okunması gerekiyor.
Almanya,1990‘larda “Avrupa’nın hastalıklı yaşlı adamı” olarak adlandırılırken, 2000’lerden itibaren yükselmeye başladı. Almanya’nın yeniden uluslararası arenaya geri dönüşü en net şekillerde son senelerde görüldü: AB içinde Avro krizi ile beraber lider güç olur ve Yunanistan’a her şeyi dikte ederken, Ukrayna konusunda da Rusya’ya karşı ABD’den nispeten bağımsız bir AB bloğunu temsil etti.
Almanya’nın 2000’lerde yeniden dirilmesinin temel nedenlerinden birisi, sosyal demokrat Federal Şansölye Gerhard Schröder’in yönetiminde 2002’den beri uygulanan ve özünde sermayenin lehine emeğin sömürüsünü kolaylaştıran, esnekleştiren ve derinleştiren neoliberal “Hartz” reformlarıydı.
Fransa’da ise, sermaye benzer denemeler yapsa da, güçlü ve militan bir işçi sınıfı örgütlenmesi bu saldırıları sınırladı. Hatta, 1998’de 35 saatlik çalışma haftası sermayeye zorla kabul ettirilmişti. Ayrıca, esnek çalışma biçimleri ve işsizlik Fransa’da da yayılsa da, bir rapora göre 1980’lerden 2008’e kadar kullanılabilir hane halkı gelirinde eşitsizliğin hemen hiç derinleşmediği tek gelişmiş Batı ülkesi Fransa oldu.[1]
Hartz I-IV reformları Alman emekçileri için çok ağır sonuçlar getirdi, ama Alman sermayesi için şölen oldu ve bunun sonucunda Fransız sermayesi Alman sermayesine karşı gittikçe zayıf ve yenik düştü[2]: Alman kapitalistler 2000-2008 yılları arasında reel ücretleri %0,8 ve emeğin yan masraflarını (sigorta vs.) %1,3 düşürtüp aynı anda üretkenliği artırarak muazzam miktarlarda mallarını ek kar ederek ihraç ederken, Fransa’da aynı zaman diliminde reel ücretler %9,8 ve emeğin yan masrafları %17 artmıştı.
Bu, kapitalist rekabette kaybetmek anlamına geliyordu: 2000 yılında bütün Avro bölgesinde Almanya’nın ihracatı bütün ihracatın %25’i olurken 2009’da %28’e yükselmiş, Fransa’nın oranı ise, aynı zaman diliminde %16’dan %13’e düşmüştü. 1999 senesinde Fransa’nın dış ticaret dengesi + 39 milyar €’iken 2009 yılında -43 milyar €’ya düşmüştü. Yani, 2009 yılında Fransa’ya, ihraç edilen mallardan 43 milyar €’luk bir miktarda fazla mal ithal ediliyor ve bu miktarda para biçiminde sermaye ödemeler halinde Fransa’yı terk ediyordu. Üstelik, 2014 yılında bu paraların 34 milyar €’su Almanya’ya gidiyordu.
Yani kapitalist rekabet içinde kaybeden Fransız sermayesi yerine daha rekabetçi sermayelerin malları Fransa’ya giriyor ve Fransız sermayesine daha da fazla baskıya maruz kalıyordu. Bu ilişkilenme yüzünden, yani Alman sermayesine karşı Fransız sermayesinin yenik düşmesi yüzünden, 2008’den itibaren Fransa’dan Almanya’ya toplam 250 milyar €’dan fazla paranın Almaya ile olan cari açığı giderebilmek için ödemeler halinde çıkmasına yol açtı.
Fransa, 1980’lerden 2008’e kadar kullanılabilir hane halkı geliri açısından eşitsizliği arttırmayan tek gelişmiş Batı ülkesiyken, Alman emperyalizminin Hartz I-IV reformlarıyla yeniden dirilişi Alman toplumuna ve özellikle Alman emekçilerine çok sert yansıdı[3]:
Almanya’da, düşük gelir sektörde çalışanlar 1998’de bütün çalışanlar içinde %18,4’ken, bu rakam 2009’a kadar %23,6’ya yükseldi. Açık işsizlik azalırken, yoksulluk kotası (ortalama gelirin %60’ından daha az kazananlar) aynı dönemde halkın %10,4’ünden %15,3’e yükseldi. Aynı şekilde, sürekli yoksul kalanlar halkın %4,7’siyken, şimdi %8,5 oldu ve çocuk yoksulluğu kotası 2000-2006 arası %15,7’den %26,3’e yükseldi. Öbür taraftan mesela emeklilerin satın alış gücü 2000 ve 2010 arası %25 civarı gibi muazzam bir boyutta gerilirken, toplumun en zengin %10’u servetlerini kat be kat çoğalttı.
Sarkozy ve Hollande’la dirilen Fransız emperyalizmi
Anlayacağınız, Fransa’da emekçiler, her şeye rağmen, kendi konumlarını koruyabilirken, Alman emekçilerini ezen Alman sermayesi uluslararası arenada Fransız sermayesini ve Fransız emperyalizmini iyice sıkıştırmaya başlamıştı. Fransız sermayesi artık karşı saldırıya geçmeye zorundaydı.
Onun içindir ki, sermaye emeğe karşı önceki başkan Sarkozy zamanında azgın bir karşı saldırı başlatmıştı.
Sarkozy 2010 yılında emeklilik yasalarını neoliberal biçimde yeniden tasarlarken, uzmanlarını Ekim 2011’de Merkel’e “ders almaya” göndermişti. Aynı yılın Aralık ayında ise Sarkozy, Almanya’daki Hartz I-IV reformlarını uygulayan eski Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder’i Élysée Sarayı’na davet etti ki, bu neoliberal ekonomik reformların nasıl uygulandığını öğrenebilsin.[4] Görevinin sonunda Sarkozy’nin adı, “ABD’ci Sarkozy”’den “Almancı Sarkozy”’ye dönüşmüştü.
Ayrıca, Fransız emperyalizmin klasik metodu da yeniden uygulanmaya başlamıştı: kanlı işgal ve acımasız savaş! Libya’yı 2011’de ilk olarak Fransız uçaklarının bombaladığını herkes hatırlar. 2010’dan beri de Fildişi Sahilinde Fransız güçleri aktif bir şekilde oradaki savaşa dahil olmuşlardı.
İşte, bu yönelimler, Sarkozy’ye karşı neoliberalizmi bitirmek sözünü vererek 2012 cumhurbaşkanı seçilen sosyal demokrat Hollande yönetiminde de aynen devam etti, hatta ciddi bir şekilde derinleştirildi.
Bir taraftan, askeri saldırganlık derinleştirildi ve 2013’de Mali işgali eklendi, 2014’den beri Irak, 2015’den beri Suriye’ye askeri müdahalelerde bulunuldu. 2014’de ise, Almanya ile beraber Ukrayna’da ana arabuluculardan birisi olunurken, 2015’de Yunanistan’da odaklanan AB ekonomik krizinde Almanya’ya karşı nispeten farklı bir eğilim oluşturmaya çalıştı. Bu dış politika hamleleri, Fransız emperyalizmini uluslararası sahada güçlendirmeyi amaçlıyordu.
Öbür taraftan, Hollande, sermayeyi doğrudan teşvik etti.
Aralık 2012’deki rekabet anlaşması, 2013 başında sendikaların ve işverenlerin anlaştıkları çerçeve, 2014 başında kabul edilen “sorumluluk” anlaşması ve en nihayetinde 2015 yılında eski iş adamı olan Ekonomi ve Maliye Bakanı Macron tarafından tasarlanan ve parlamentoyu anayasanın özel bir paragrafını (49.3) kullanıp baypas ederek uygulanan “Macron yasası” ile beraber, işverenlere senelik 60 milyar €’ya varan vergi muafiyetleri tanındı, çalışma saatleri ve ücretler esnekleştirildi, işten atılmalar kolaylaştırıldı.[5]
Bütün bu neoliberal reformlar tıpkı Almanya ve dünyanın diğer yerlerindekiler gibi emekçiler arasında yıkım yarattı: gençlik işsizliği 2016 yılında %24,7 ile tavana vururken, 1980’lerden 2001’e kadar taşeron işçilerin çalıştığı toplam saatler beşe katlandı. 2014 yılında ise, yeni işe başlayanların %84’ü süreli kontratla işe alındı.[6] Bu trend, diplomalı emekçileri de sert vurdu: Üniversite mezunlarının sadece %50’sinden biraz fazlası iş piyasasına girebiliyor.[7]
Bu yıkım ve solun zayıflığı ve alternatifsizliği (o arada, Fransız Komünist Partisi/PCF’nin bile iktidardaki neoliberal Sosyalist Parti/PS’nin sol koltuk değneğine dönüşmesi) insanların yığınlar halinde aşırı sağa yönelmesine yol açtı.
Faşist Front National (FN), 2015 Aralık ayındaki eyalet seçimlerinde ilk turda %28 civarı oyla en güçlü parti çıktı. Fransız emperyalizminin azgınlaşması ve şovenist ırkçılığın yine tavan vurmasıyla beraber zaten uzun zamandır toplumdan dışlanan ve radikalleşen bazı Müslüman gençler cihatçı çeteler tarafından örgütlendi. Sonuçta, Fransa 2015 yılında iki çok ağır İŞİD terör eylemiyle (Charlie Hebdo ve Bataclan eylemleri) sarsıldı.
Fransız emperyalizmi, bu terör saldırılarını fırsat bildi ve neoliberal uygulamaları yüzünden muazzam popülarite kaybeden Hollande etrafında devlet ve toplumu bir kere daha birleştirebildi. Bugün hala geçerli olan OHAL uygulanmaya başlandı ve cumhurbaşkanının zaten güçlü yetkileri daha da derinleştirildi.
Cumhurbaşkanın güçlenmesi ve OHAL’in sürekli uygulanması, bu tarz uygulamalara başvuran her neoliberal-emperyal devlette olduğu gibi, (eski fordist-keynesçi düzene göre düzenlenmiş ve neoliberalizme geçişte pürüzler yaratan) Fransa’nın devlet aygıtları topluluğunu, güçlü bir uygulayıcı güç tarafından neoliberalizme göre yeniden düzenleyecek, ayrıca güçlü uygulayıcı güç gerekildiğinde parlamento ve benzer “demokratik” aygıtları ve yapıları baypas edebilir hale gelecek, kısacası sermayenin neoliberal düzeni pürüzsüz ve somut hükümetler ve demokratik prosedürlerden bağımsız bir mutlaklık olarak inşa edilecek. Terör söylemi ve OHAL atmosferi ise, toplumu militaristleşme, otoriterleşme ve düşmanı “dışsallaştırıp” halkı pasifleştirme veya emperyal şovenizmle birlikte saf tutmaya itip, sol muhalefeti meşruiyet dışına itmeyi amaçlıyor.
Terör olaylarını kullanarak yarattığı rıza ve kabul ile Hollande, “haydi şu emeğin son kazanımlara da bir hamle yapayım” demiş olmalı ki, 2016 başında yeni İş Yasası taslağı tartışılmaya başladı. Ancak evdeki hesap çarşıdakine uymayacaktı.
Nuit Debout
Yeni İş Yasası, emeğin lehine arta kalan kazanımları da ortadan kaldırmak için tasarlandı.
Esnek çalışma biçimleri kolaylaştırılacak, fazla mesailere daha az para ödenecek, 35 saatlik iş haftası fiilen tasfiye edilecek (“iktisadi olarak önemli“ olan koşullarda işçiler 46 saat, bazen 60 saate kadar çalıştırılabilecek), “ekonomik nedenlerden“ işten atmalar (yani işten atmalar kolaylaştırılacak), “haksız nedenlerden atılmada“ ödenen tazminatlar azalacak, toplu sözleşmelerin yerine geçebilecek iş yeri seviyesinde sözleşmeler (ki bugüne kadar tecrübenin gösterdiği kadarıyla bu iş yeri sözleşmeleri, işten atma tehdidiyle işçilere iş verenler tarafından zorla kabul ettirilen anlaşmalar oluyor) mümkün kılınacak vs.[8] – artık ezberlediğimiz neoliberal reformlar işte!
Ve üstelik, bütün bunlar Fransa’nın TÜSİAD’ı olan MEDEF’e hala yetmiyordu![9]
Ancak, işleri hiç de kolay olmayacaktı.
İş Yasası reformuna karşı direniş özgün bir dinamik kazandı ve şu an bütün ülkeyi sarsıyor. Direniş, Fransa’da artık geleneksel olan bir yöntemle gelişiyor: Genç liseliler ve üniversiteliler ile işçi sınıfının militan kesimleri liderliği altında, daha çok spontan ve militan bir şekilde gerçekleşiyor. Tıpkı 68 isyanı gibi.
Önceliği genç liseliler/öğrenciler yaptı. 29-31 Mart arasındaki kitlesel yürüyüşlerin sonunda, Fransız devrimlerinin en önemli meydanlarından ve Fransız solunun kilit noktalarından birisi olan “La République”/”Cumhuriyet” meydanında “Nuit Debout” (“Gece boyunca ayakta”) hareketi kuruldu ve oradan onlarca şehrin onlarca meydanına sıçrayıverdi!
Nuit Debout, son senelerde çok gördüğümüz meydan işgallerinin bir parçası: çoğunlukla 18-30 yaş arası gençler kentlerin merkezi meydanlarını işgal edip, işgal alanını komün tarzında ve demokratik meclisler biçiminde yönetiyor. Öbür meydan işgallerinde gördüğümüz gibi, burada da siyasal sistem, partiler ve sendikalara karşı bir mesafe ve yer yer reddediş var.
Ancak, sloganlar ve taleplerin çoğu solcu, emek lehine ve anti-kapitalist: işgalin başlayış sloganı “El Khomry yasasını ve onun temsil ettiği dünyayı devirmek!”’[10] Bunun yanında feminist sloganlar, AB’deki kemer sıkma politikalarına karşı tavır, göçmenlerle dayanışma, “Front National”/faşist partinin üyelerinin meydanlardan atılması gibi şeyler oldu.[11]
La République’de, önceki meydan işgallerinde de yaşanan aynı problemle karşı karşıyayız: zamanımızın gelişmiş özneleri, onları kendi çıkarları için araçsallaştıran sistem, partiler ve sendikaları redediyor.
Bu durum, bir türlü yerine getirilemeyen görevi bir kere daha devrimcilerin önüne koyuyor: gelişmiş geç kapitalizm koşullarında, öznelerin gelişmişliğine ve ifade isteğine layık olan ve onların aktif olarak katılabildikleri siyasal biçimleri görmek, onlara saygı gösterip araçsallaştırmamak ve onlarla beraber direniş ve devrim cephesini farklı yönleriyle yeniden inşa etmek.
Genel greve doğru giderken…
Nuit Debout hareketinin ve militan işçilerin meydanları işgal ederek uyguladığı baskı sonuç yarattı: Büyük sendika konfederasyonlardan militan-solcu bir geleneği olan ve Fransız Komünist Partisi’ne (PCF) yakın duran CGT, eylem ve grev çağrısında bulundu. Bu çağrıya milyonların katılması üzerine, CGT genel greve doğru evrilen kararlar verdi.
Mayıs sonunda, 50 nükleer santralden 19’u ve kilit petrol işletmeleri grevle bloke edildi, 12.000 benzinciden 5000’i benzin stokları tükendiği için sıkıntıya girdi, ülkenin enerji üretimi 5000 Megawatt azaldı, yer yer elektrikler kesildi ve ülkenin enerji rezervleri erimeye başladı.[12]
Haziran başında bölgesel ve ulusal tren sistemleri greve girdi, ulusal demiryolları işletmeleri SNCF’ye göre, bütün demiryollarının %50’sinin bloke edilmesinin ihtimali var; yanı sıra uçak pilotları sendikası SNPL de greve gireceğini duyurdu.[13]
Burjuvazinin cevabı ise çok sert oldu.
Burjuvazinin bütün farklı kampları, kimi zaman birbirleriyle kanının son damlasına kadar dövüşenler, her zamanki gibi daha yapısal bir düşmana karşı birleşiverdi ve Nuit Debout ve genel greve karşı tek yumruk oldu.
Başbakan Manuel Valls grevcileri “terörist“ olarak tanımladı ve İş Yasası’nın kesinlikle kabul edileceğini vurguladı, yukarda bahsettiğim anayasanın 49.3 paragrafını kullanarak İş Yasasını dayatmaya çalıştı. Çevik kuvvet ve özel timler, grevleri kırmak ve yürüyüşleri engellemek için ülke çapında kullanılıyor.[14] Muhafazakar felsefeci Finkielkraut Nuit Debout’cuları “faşist”, eski Fransız cumhurbaşkanı Sarkozy ise “beyinleri durmuş” olarak tanımladı, faşist parti Front National ise, protestolara mesafe koydu.[15]
Ancak, Nuit Debout ve genel grev, halktan büyük rıza görüyor.[16]
Nuit Debout hareketi gençler arasında %80 kabul görüyor, genel olarak halkın %62’si protestoları anlamlı buluyor, 59%’u Hollande ve başbakan Valls’ı suçlu görüyor ve %69’u, ülkede gelişen genel grevi ve enerji blokajlarını ortadan kaldırılmanın tek anlamlı yolunun İş Yasası’nı geri çekmekten geçtiğini savunuyor.
İki tarafın da gittikçe keskinleşmesiyle beraber, şimdi Fransa’da yaşanan çatışma, tıpkı zamanında İngiltere’de Thatcher’e ve neoliberalizmin uygulanmasına karşı bir yıl süren 1984-85 Madenciler Grevi kadar kilit bir olaya dönüştü.
Emek güçlerinin ve gençlerin cephesi bu çatışmayı kazanırsa, hem Fransa’da hem Avrupa’da başka bir hava esmeye başlayacak. Ama, eğer emek ve gençlerin cephesi kaybederse, bu yenilgi çok ağır olacak ve faturasını ilk olarak işçiler ödeyecek, bu yenilgi bütün Avrupa’ya yayılacak.
Mücadelenin kazanmasında kilit önemi taşıyan ögeler ise, işçiler ve gençler arasında henüz sağlanamamış koordinasyonun kurulabilmesi, bunun daha derin organik bir ittifaka ve bu ittifakın sermaye sistemine seçenek veya en azından ciddi muhalefet olabilecek siyasal bir ifadeye bürünebilmesi olarak belirginleşiyor.
[1] http://www.german-foreign-policy.com/de/fulltext/59375.
[3] http://www.german-foreign-policy.com/de/fulltext/59375.
[4] http://www.german-foreign-policy.com/de/fulltext/59268.
[5] http://www.prokla.de/wp/wp-content/uploads/2016/syrovatka.pdf.
[6] http://www.prokla.de/wp/wp-content/uploads/2016/syrovatka.pdf.
[7] Sebastian Chwala, Frankreich in der politischen Krise. Nuit Debout – Aufschwung der Linken trotz Krise der Parti Socialiste?, in: Zeitschrift marxistische Erneuerung Z., Nr. 106, Haziran 2016, s. 45.[8] https://www.jacobinmag.com/2016/04/france-labor-code-hollande-nuit-debout/
[9] https://www.jacobinmag.com/2016/04/france-labor-code-hollande-nuit-debout/.
[10] https://www.jacobinmag.com/2016/05/nuit-debout-france-el-khomri-labor-law/.
[11] http://www.prokla.de/wp/wp-content/uploads/2016/syrovatka.pdf.
[13] https://www.jungewelt.de/2016/06-01/054.php.
[14] https://www.jungewelt.de/2016/05-26/001.php.
[15] https://www.jacobinmag.com/2016/04/france-labor-code-hollande-nuit-debout/.
[16] Bkz. Sebastian Chwala; http://www.german-foreign-policy.com/de/fulltext/59375.
Kaynak: Sendika.Org