İşçi anlatıyor:
“24 yaşımdayım, hafta sonunda işyeri dışında birden bayılıp düştüm. Doktora götürdüler, çok sert düşmüşüm, omzumda ciddi bir çatlak oluştu. Dört ay tedavi gördüm. İşyeri doktoru bayılma nedenimin sara (epilepsi) olabileceğini söyleyerek sevk etti. Henüz daha tetkiklerim sonuçlanmadan işten çıkartıldım. Kıdem ve ihbar tazminatımı ödediler. Fabrika yaşamımı sona erdirdiler. Yeni evliyim, eşim hamile, bir sürü borcum var.”
İşçinin raporlu olduğu süre 101 gün. İş yasasına göre işveren işçiyi işten çıkartmadan önce işçinin kıdemine göre belirlenen bir süre vermelidir. Bu süreye ihbar öneli denir. Raporluysan işveren ihbar “önel” sürene 6 hafta daha ekler. Bu işçi işyerinde üç yılı aşan bir süredir çalıştığı için ihbar önel süresi 8 haftadır. 6 hafta eklenince 14 hafta yapar. 14 hafta 98 gün eder. 98 günden fazla raporu olduğu için işveren iş sözleşmesini sona erdirebilir.
Yasayı anlattım. İşçi bana ne anladığını anlattı. “Sen diyorsun ki, işçiysen sahipsizsin, hastalanırsan atılırsın, karının hamileliği, senin borçların kimsenin derdi değil.”
…
İşçiyi 3.5 metre yükseklikte bir merdivenin üzerine, temizlik yapması için çıkarmışlar. İşçi merdivenden düşmüş, beli kırılmış.
Bilirkişi diyor ki:
“Kazalı işçi, işte kullandığı merdivenin merdiven ayaklarının altında lastik olmadığını bilmesine rağmen bu merdiveni kullanmıştır.”
Merdiveni veren işveren. İşverenin verdiği merdivenin kaymasını engelleyecek lastikler yok ayaklarda.
Peki işçi ne yapacakmış, bilirkişi bu sorunun yanıtını şöyle vermiş:
“Oysa öncelikle kaymayı önleyici kauçuk takozu bulunan merdiven kullanması, bu türden merdiven bulamıyorsa temizlik işini yapmaması gerekirdi.”
İşçiye soruyorum, bak bilirkişi ne diyor; sen “Ya uygun merdiven verin ya da işi yapmam” demeliymişsin.
İşçi diyor ki, “Sen deli misin, hangi işçi işverene senin verdiğin merdiven uygun değil, ben işi yapmam diyebilir? Derse, hangi işçi kaç gün bu işyerinde çalışabilir? Var mı işçilerin böyle bir hakkı?”
Bilirkişi devam ediyor:
“İşçi işi yaptığına göre kayma tehlikesini dikkate alarak dikkatli ve tedbirli davranması gerekirdi. Merdivenle yapılan çalışmalarda bir kişinin merdiveni tutması yönünde talimat bulunmasına rağmen, çalışan olay esnasında talimatlara aykırı olarak çalışmış ve diğer işçinin merdiveni tutmasını sağlamamıştır.”
İşçi diyor ki, “Bana merdiven tutması için bir yardımcı vermemişlerdi ki. Üstelik yıllardır bu iş böyle yapılıyor. Bir merdivende iki işçi çalıştırmayı işveren her zaman gereksiz görmüştür.”
Bilirkişi, işçiyi işveren karşısında eşit pazarlık şansına sahip, eşit durumda olan birisi olarak görerek devam ediyor:
“İşçi, işçi sağlığı ve güvenliği tüzüğündeki usul ve şartlara uymadığı, yaptığı işin tehlikeli işler sınıfına girdiğini bilmesine rağmen, merdiven üzerinde bulunduğu sırada her an düşebileceğini düşünerek dikkatli davranması gerektiği halde, işi yapma sırasında karşılaşacağı riskleri düşünebilecek yaş ve olgunlukta olmasına rağmen, dikkatsiz ve tedbirsiz davranmış, kendi yaralanmasına sebep olmuştur.”
Bu saptamayı yapan bilirkişi, olayda işçiyi yüzde 50 kusurlu bulmuştur. SGK müfettişinin raporu da aynı doğrultuda olduğundan mahkeme yüzde 50 kusur üzerinden yargılamayı sürdürmüştür.
Evet işçiyi koruyan hukuk dalı iş hukukudur. İş hukuku iki ana dala ayrılır.
1. İşçi ile işveren arasındaki iş sözleşmesine dayalı hak ve borçları düzenleyen iş yasalarına bireysel iş hukuku denilir.
2. İşçilerin sendikalarda örgütlenerek haklarını ve borçlarını toplu pazarlıkla nasıl belirleyeceklerini düzenleyen yasalara ise toplu iş hukuku denilmiştir.
Bireysel iş yasaları işçiye gerektiği ve yeterli düzeyde koruma sağlayamamıştır, sağlayamaz.
Bireysel iş hukukunun bir dizi kuralı kağıt üzerinde kalmıştır. Bu nedenle gerçek korumanın işçilerin özgürce örgütlendikleri, işçilerin gerçek temsilcileri tarafından yürütülen toplu pazarlıkla sağlanabileceği kabul edilmiştir.
Bilirkişinin kusur raporuna esas aldığı, “Bu merdiven uygun değil, ben bu merdivenle bu işi yapmam, uygun merdiven isterim” diyebilmesi için, işçinin bu haklı istemi nedeniyle işten atılmasına karşı güvencede olması gerekir.
Bu güvence sisteminin adı,”özgür toplu pazarlık” düzenidir.
Özgür toplu pazarlık düzeni, 12 Eylül 1980’den sonra yok edildiği, halen de var edilemediği için işçiler her an ölümle, sakat kalma riskiyle yaşamak zorundadır.
Bu arada, evine ekmek götürmek derdindeki işçi ile güçlü işveren eşitmiş gibi uygulanan bireysel iş hukuku karşısında çaresiz kalan işçinin çalıştığı yerde onu bu durumdan koruyacak “toplu iş hukuku” gereği olması gereken sendika ne yaptı derseniz…
Hastalanan işçinin de, merdivenden düşen işçinin de sendikası yok.
Kaynak: Evrensel